Sağlığınızı bozan ne varsa yazabilirsiniz... |
Adli Tıp Kurumu’na adım atar atmaz, Türkiye’nin ev ödevi sayılabilecek Hüseyin Üzmez Davası, Karabulut Cinayeti Davası ve Ergenekon Davası’nın neden olduğu kamuoyu tartışmalarının odağına yerleşen Doç. Dr. Haluk İnce, hayallerini ve adli tıp kurumunda atmayı planladığı adımları sagliktagundem.com’a anlattı.
Söyleşiden satır başları:
“Kanaate değil, kanıta dayalı ATK olmalı”
“Bana 6 aydır hiç siyasi baskı olmadı”
“24 saat açık travma merkezi kuruyoruz”
“Personel anlamında bıcak sırtı gidiyoruz”
“Otopsiyi hekimlere yaptıramıyoruz”
“Çocuklar kameranın olduğu ortamda 1 kez muayene edilmeli”
Adli Tıp Kurumu’nda yaşanan sorunları çözmesi için göreve atanan Doç. Dr. Haluk İnce’nin başı gazetelere verdiği demeçlerle çok ağrıdı. Şimdi ise bazı gazetelerde yer alan ve “Samimiyetle kalbimi açtım” dediği haberlerin başlıklarında iletişim malpractise yapıldığını düşünüyor. “Artık gazeteci görsem kaçıyorum, yanımda ses kayıt cihazımı hiç ayırmıyorum” diyor. Adli Tıp Kurumu’nda “kanaate değil, kanıta dayalı bir dönemin” başlatılacağının altını ısrarla çiziyor. Altı aydır hiçbir siyasi baskı görmediğini ve işini yaptığını söyleyen Doç Dr. Haluk İnce’ye yönelttiğimiz soruları ve yanıtlarını sunuyoruz.
“VERDİĞİMİZ RAPORLAR TOPLUMUN KAFASINI KARIŞTIRMAMALI”
Adli Tıp Kurumuna atandıktan sonra neler yapmayı planladınız?
"Ben ilk kez 2008 Ocak ayında sağlık bilimleri dışında sosyal bilimlerle tanıştım. İşletme masteri yaparken stratejik yönetim, hedeflere ulaşmak için yapılması gereken planlama, finansın düzenlenmesi gibi süreçleri öğrendim. Adli Tıp Kurumu’yla ilgili ilk değişmesi gereken şey adli tıp ve adli bilimlerin standardizasyonu. Adli tıpta akreditasyon önemli. Bunun gerçekleştirilmesi gerekiyor. Verdiğimiz raporların sonuçlarının uluslararası kabulünün sağlanması gerekiyor. Çünkü bir olayla ilgili değerlendirme üniversiteler arasında, hatta aynı üniversite içinde hocadan hocaya farklılık gösteriyor. Adli Tıp Kurumu’nda da var olan bu farklılığı standardize ederek ‘hangi konuda bu sonucu niye veriyoruz’ onu net belirlememiz gerekiyor. Raporların sonuçlarının toplumun kafasını karıştırmaması gerekiyor. Sonuçlar kişilere göre değişmemeli. Kriterlerin bilimsel olması gerekiyor. Adli Tıp Kurumu buna göre yapılanacak. Kurumun alt yapısının akreditasyona göre oluşturulması, laboratuvarın buna göre dizaynı, personelin buna göre oluşturulması şart. Her şeyi net olarak yazacağız.Yazdığımızı da yapacağız.”
ÇOCUK MUAYENELERİ HAFTADA 20’DEN 60’A ÇIKTI
Üzmez Davası gibi birçok davada istismar edildiği iddia edilen çocukların ruh sağlıklarının belirlenmesi için defalarca muayene edilmesi toplumda tartışma konusu oldu. Çocukların aylarca bekletilmeden yalnızca 1 kez muayene edilmesini sağlayacak bir alt yapıyı oluşturma şansınız oldu mu?
İSTANBUL’DA 24 SAAT AÇIK TRAVMA MERKEZİ OLUŞTURACAĞIZ
Haluk bey, istismar edilen bir çocuğun rapor için nasıl muayene edileceğinin bir kılavuzu oluşmuş durumda mı? Mağdurların hemen başvurabileceği ve 24 saat açık olabilecek bir merkez olamaz mı?
“Bu konuda bir kılavuz yok. Ölçmeden nereden düzeltmeye başlayacağınızı bilemiyorsunuz. Bu yalnız çocuk muayenesi konusunda değil, adli tıpla ilgili meselede de var. Bir kişinin birden fazla muayenesini yaparsanız, trafik kazasını geçirmiş kişiye aynı araca bin tekrar kaza yap diyorsunuz. Biz özellikle İstanbul’da travma merkezi oluşturalım istiyoruz. 7 gün 24 saat hizmet verecek bir merkez olacak. Çocuk muayenesindeki algoritmanın tüm basamaklarının kaydedilerek oluşturulacağı bir merkez olacak. Çocuğun muayenesi sırasında bir film kaydı yapılacak. Anne ve çocuğun onayı olacak. O film kaydedilecek. Gerekirse o film tekrar izlenebilecek. Bizler tartışmalarla en çok çocuğa zarar veriyoruz. Ege’de sarı arı gibi vızıldamak diye bir deyim vardır. Yani vızıldar ama bal üretmez denir. Biz çözüm üreteceğiz. Kurumun Cerrahpaşa Tıp Fakültesi yanındaki binasında bu travma merkezi oluşturulacak ve kuruma bağlı çalışacak.
Mahkemeler neden üniversitelerin adli tıp anabilim dallarını bilirkişi olarak kullanmıyor? Neden hep Adli Tıp Kurumu tercih ediliyor sizce? Sonuçta dosyalar yığılıyor, insanlar mağdur ediliyor, geciken adalet de adalet olmuyor.
“Yargıtay’ın mahkemelerin bulguların standardizasyonu amacıyla verdiği bir karar var. Bir yaklaşım var. Fakültelerde vakaya yaklaşımda sorun var. Yargıtay temyiz müessesidir. Sonuçta Adli Tıp Kurumu’nda dava konuşulursa standart bir uygulama yaparım diye düşünüyor. Bu karara güvenebileceğini düşünüyor. Şimdi bir örnek vereyim. Bir çocuğa laf atmadan dolayı şahsa verilen 15 yıl hapis var. Olayın sonucunda çocukta akut stres bozukluğu var deniliyor. Ancak başka bir şey olmamış. Bunu hekimler üzerinden çözmek yanlış. Yasada sorun var. Başka bir olayda örneğin yasada 3 yıl ceza var. Ama kişi 10 ay sonra tutuksuz yargılanmak üzere serbest kalıyor. Bu kamuoyu vicdanını rahatlatmıyor. Yargıyla yapılacak toplantılarda ceza yasasındaki problemli maddeler varsa bunları da bir arada çözmek de yarar var.”
Çocuk haklarını koruyan dernekler ”istismar ya da travma söz konusuysa zaten ruh sağlığı bozulmuştur. Bu görüş yasalara girsin” diyor. Ruh sağlığı muayenesinin dava sonucunda verilecek cezayı ağırlaştırması söz konusuysa yapılmasını istiyorlar. Sizin bu konudaki görüşünüz nedir? Çocuğun yalan söylemeyeceği vurgulanıyor.
“Bakın benim kişisel görüşüm çocuğa yönelik fiziksel ve cinsel şiddetin en ağır biçimde cezalandırılması. Ama bu yasayla ana-baba, yetişkin istismarına varacak boyutlara gidiyor.
Çocuk yalan söylemez doğrudur. Ancak simülasyon denilen bir gerçek de var. Bunun kontrolü gerekiyor. İlk muayene en sağlıklı olanı. Daha sonra çocuk mağdur, telkinlere açık hale geliyor. Olayın olduğu anda iş doğru yapılırsa yanılma payı azalıyor. Acilde ve birinci basamak sağlık hizmetlerinde çalışan arkadaşlar olaya doğru yaklaşabilirse Adli Tıp Kurumu’na çok iş düşmez. İstanbul Protokolü eğitiminde de bunu amaçladık. Şimdi çocukta travma ya da tacizin fiziksel bulguları varken, bir de ruh sağlığı soruluyor bize. Çocukta fiziksel bulgu varsa mahkemenin kararını verme hakkı var. Ancak tabii ki yine de sorma hakkı var."
“BİLİRKİŞİLİKTE KARMAN ÇORMAN BİR HAL VAR, İSTİSMARA AÇIK BİR ALAN BU”
Adli Tıp Kurumu’nun verdiği kararın mahkemece sorgulanmadan kabul edildiği görüşüne ne diyorsunuz? Mahkemelerin sizin dışınızda da bilirkişileri dinleyebilmesi mümkün değil mi?
“Mahkemeler bilirkişilerin kararına uymak zorunda değillerdir. Yani kamuoyuna sıkça yansıdığı gibi hiçbir sanığı biz serbest bıraktırmıyoruz. Bizim verdiğimiz raporlarla serbest bıraktıran da tutuklayan da mahkeme. Bu konuda bilirkişinin verdiği karara bağlı kalınması, olmazsa olmaz diye görülmesi yanlış. Yargıtay’ın açılış yılında da bu konu gündeme geldi. Bilirkişilik müessesiyle ilgili de sıkıntı var. Adalet Komisyonu’ndaki bilirkişi listesini görünce, herkes bu işi yapamamalı diyorsunuz. Hollanda’da tek bir merkez var. Bizde sadece devletin 3 merkezi var. Her bir üniversitede bilirkişi var. Karman çorman bir hal var, istismara açık bir alan bu.”
“PERSONEL ANLAMINDA BIÇAK SIRTI GİDİYORUZ”
Türkiye’de sağlık personeli açığı ciddi bir sorun. Adli Tıp Kurumu da bundan muaf değil. Eleman açığınız hangi boyutta? Bu hizmete nasıl yansıyor?
"Personel anlamında bıçak sırtı gidiyoruz. Bilgisayar bilen hizmetlilerimizi bu alanda kullanıyoruz. Ben otopsi teknisyeni ‘mutlaka okullu olmalı’ diyorum. Üç okullu teknisyenimiz var. Onların sayısını artıracağız. Otopsiyi, anatomiyi bilmeyen alaylı bir insanın yapması korkunç bir şey kabul edilemez
1992’de benim hocam Prof. Dr. Şebnem Fincancı Korur’la paylaştığım bir konu vardı. Otopsiyi neden hekimler yapmıyor? 2009 yılında da hekimlere otopsi yaptıramıyorum. Bunda hekim sayısının da büyük etkisi var. Artırmam gerekiyor sayıyı. Otopsiyi teknisyenle birlikte hekimin yapması gerekiyor. Örneğin ölü muayenesinin nasıl yapılacağı, ölünün Adli Tıp Kurumu’nun otopsi salonuna nasıl geleceği yönetmelikle bellidir. Elbiselerinden uzaklaştırılması gerekiyor. Ancak buna uyulmadığını gördük. Bunları düzeltiyoruz. Kurala uyulmayınca yanlış oluyor. Yanlıştan doğru olmaz. Olursa şans olur, şansla da peynir gemisi yürümüyor.”
“BASIN TOPLANTISI İÇİN İZİN ALDIM”
Siz göreve geldiğinizden beri hiçbir uzman sağlık habercisiyle röportaj yapmadınız, basın toplantısı düzenlemediniz. Sık sık şikâyet ettiğiniz hatalı haberlerin uzman olmayan kişilerle görüşmenizden kaynaklandığını düşünüyor musunuz?
“Ben uzman habercilerin üye olduğu Eğitim ve Sağlık Muhabirleri Derneği’ni çok önemsiyorum. Hekimlikte olduğu gibi gazetecilikte de uzmanlaşma olmalı. Doğru iletişimin birçok şeyi çözecek etkisi olduğuna inanıyorum. Ben niyetimi doğru aktarsam bile sayfa editörlerinin, sekreterlerinin verdiğim röportaj üzerinden manipülasyon yapması doğru değil. Bundan çok travmatize oldum. Bunu düzeltmek için her şeyi yapacağım. Bakanlıktan basın toplantısı için izin aldım. Kuruma bir basın ve halkla ilişkiler birimi kuracağım. Bugün medyada her gün ortalama 10-15 adet Adli Tıp Kurumu haberi çıkıyor."
Adli Tıp Kurumu’nun vereceği raporlarla mahkûmların sağlık durumlarına bağlı olarak infazlarının tehir edilmesi, Cumhurbaşkanının af yetkisi gibi konularda ne düşünüyorsunuz?
“Biz kurumda hastaları muayene ediyoruz. Ama bize gelen her türlü tetkiki yeniden kontrol ediyoruz. Kriterlerin ortaya konulması gerekiyor. Örneğin infaz tehirleri, Cumhurbaşkanlığı affı gibi konularda şartları ortaya koymamız gerekiyor. Hastalar da ekstra beklenti içinde olmamalı. Örneğin TCK’da yüksek güvenlikli hastaneler oluşturulacağı varsayılmış. Ancak yasa var o tip hastaneler yok. Mağdurları yeniden mağdur etmememiz gerekiyor. İnsanlarda kafa karışıklığı var. Kafa karışıklığı anksiyete yaratır. Anksiyete insanları saldırganlaştırır. Kanaate değil, kanıtlara göre rapor vermeliyiz."
“SİYASİ BASKI GÖRMEDİM”
Adli Tıp Kurumu’nda hiç siyasi baskı gördünüz mü? Kararların bağımsız verildiğini söyleyebiliyor musunuz?
“Bakın ben 6 aydır siyasi bir baskıyla hiç karşılaşmadım. Bana bu görev önerildiği zaman 1.5 saat insan kaynakları toplantısına katıldım Adalet Bakanlığı’nda. Benim için müthiş bir toplantıydı. Tanıştığım insanlar çok güzel insanlardı. Görevi ateşten gömlek olduğunu bilerek kabul ettim. Birileri bir şeyler yapmalı, eğitimim ve bunu uygulayacağım bir alan var. Bundan kaçamam.”
DOÇ. DR. HALUK İNCE KİMDİR?
12 Ağustos 1966 yılında Aydın’da doğdu. İlköğrenim ve lise eğitimini Nazilli de tamamladı. 1983 yılında yükseköğrenimi için Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne girdi. 1989 yılında Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. Kasım 1989 tarihinde mecburi hizmet görevi nedeni ile Konya Ereğli Merkez Sağlık Ocağı ve Verem Savaş dispanseri’nde görev yaptı. 1992 yılında Tıpta Uzmanlık Sınavı ile İ.Ü. İstanbul Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı’na asistan olarak girdi. 1995 yılında Adli Tıp Uzmanı; 2005 yılında İ.Ü. Sağlık Bilimleri Halk Sağlığı Anabilim Dalı’nda Halk Sağlığı Doktora’sı eğitimini bitirerek Halk Sağlığı Bilim Doktoru unvanını aldı. 2006 yılında Adli Tıp Doçenti oldu. 2007 yılında Doçent kadrosuna atandı. 2008 yılında İşletme Fakültesinde MBA Programına katıldı. Halen bu alanda derslerini 3.35 ortalama ile bitirmiş olup “Hasta Yakınlarının Aydınlatılmasında Hukuksal Süreç” başlıklı proje-tez çalışmasını sürdürüyor. 1992 yılından 2008 yılına kadar 96 adet ulusal ve uluslararası alanda makale, kongrede sunulmuş bildiri, araştırma projesi ve uluslararası atıflardan oluşan bilimsel aktivitesi var. Doç. Dr. Haluk İnce, Türk Tabipleri Birliği, İstanbul Tabip Odası, Adli Tıp Uzmanları Derneği, Meslek Hastalıkları Araştırma Önleme Vakfı, Ulusal Travma Derneği, Uygulamalı Ergonomi Derneği gibi sivil toplum kuruluşlarının üyesi. İngilizce biliyor. İÜ İstanbul Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Nurhan İnce ile evli ve 18 yaşında bir erkek, 15 yaşında bir kız çocuğu babası..2009 Nisan ayında Doktor Keramettin Kurt"tan boşalan Adlî Tıp Kurumu Başkanlığı"na resmen oturan İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı öğretim 2001 yılından beri kurumda bilirkişi olarak görev yapıyordu.
Copyright © 2009 Sağlıkta Gündem