Önce şunu söyleyelim; sağlıkta bugün yaşanmakta olan “sorunlu hal” 50 yıl önce de vardı. Yalnız bizde değil, her gelişen ve gelişmekte olan ülkede “sorunlar sıralamasında” sağlık, birinci sırada yer alır. Toplumun bütününü ilgilendirdiği için de siyasal nitelikte bir sorundur. Bugün nasıl gündemden düşmüyorsa gelecekte de düşmeyecek.
Geçmişin sorunları farklıydı, bugünün sorunları farklı… Yarın daha farklı olacak. Sorun; hem sağlık hizmeti alanlar, hem bu hizmeti verenler için güncelliğini hiçbir dönemde yitirmedi, yitirmeyecek.
Önemli olan bu alanda dengeyi sağlamaktır.
Günümüzde en can alıcı konu “tam gün”.
*
Söylemde, herkes “tam günden yana” gözüküyor. Ancak, Sağlık Bakanlığı ile sağlık çalışanlarının ve özellikle ikili üçlü çalışmadan yana olan öğretim üyeleri ve uzman hekimlerin sağlıkta tam günden anladıkları farklı oluyor.
İstekler ve söylemler farklı olsa da sonuçta “siyasal iradenin dediği” geçerlilik taşıyor.
Her ne kadar tam gün yasasıyla gelen uygulamaların “sürdürülebilir sağlık hizmetleri” açısından sıkıntılar oluşturacağı savı önemli ise de yurttaş, işin o yanına değil bugünkü memnuniyete bakıyor. Üç ay önceki seçimlerde ortaya çıkan tablonun birinci sıradaki etkeni açık söyleyelim ki sağlıktaki uygulamalardır. Yurttaş memnun!
Yaşamsal önemdeki ameliyatlar için sıkıntıların sürüyor olması, hala bazı durumlarda aylar sonrasına gün verilmesi gibi etkenler, yurttaş memnuniyetini azaltmıyor.
Çünkü sabahın köründe doktora erişmek için kuyruğa girmek, olmazsa ertesi gün yeniden gelmek dönemleri -büyük ölçüde- bitti. Geçmişte bir reçetenin alınması, kayda girmesi, onaylanması için harcanan süre yarım gündü; bugün birkaç dakikaya indi. İlaca erişim işkencesinin kalkması başlı başına bir memnuniyet nedeni sayılabilir.
Ülke yönetimine soyunan siyasetçi için geniş seçmen kitlelerinin memnuniyeti, doğaldır ki, hekimlerin memnuniyetinden önce gelir. İş, zıtlaşmaya geldiğinde de güç kimin elindeyse onun dediği olur. Öyle de oluyor.
Şunu da unutmayalım; hekim kanadından gelen tepkilerdeki tutarsızlıklar da siyasetçinin işini kolaylaştırıyor. Bırakın ekmeğine yağ sürmeyi üzerine bal da dökmüş oluyor.
TTB, adeta çırpınıyor, yasal yollarla hekimlerin yaşam alanlarını daraltan kıskacı gevşetebilmek için…
Bu girişimlerle dönemsel de olsa elde edilen kazanımlar, açık söyleyelim, hekim hakkı için alanlara dolan binlerce yorgun hekimden ziyade, TTB’nin ya da bulunduğu büyük kentteki tabip odasının yolunu bile bilmeyen, bir kere bile oda kongresine gelip oy kullanmayan “büyüklerin” işine yarıyor.
Sonuç olarak da görüntüde bunca mücadele “1200 hocanın çıkarı için” yapılmışa geliyor.
Alın asistanların sorunlarını? Elimizi vicdanımıza koyup yanıtlayalım; asistan hekimleri bunaltan asıl sorun “hasta çokluğu” mu, yoksa bulundukları ortamda büyükler tarafından alın teri karşılıklarının yok sayılması mı?
İki günü uykusuz geçirmeleri önemli de kısıtlı maddi olanaklar içindeki bu genç insanların “emir eri” gibi kullanılıyor olmaları az mı önemli?! Bunların hiçbirinin muayenehanesi yok. Hiçbirinin tam gün çalıştıkları üniversite hastanesinden sonra gidip çalışacakları başka bir hastaneleri yok! Düne kadar o tam gün çalışma karşılığı herhangi bir “performans kazançları” da yoktu.
Toparlayalım; sağlık sistemi bir siyasal tercihtir. Ne yazık ki, mesleğin temsilcileri durumundaki kurumlar bu sistemin oluşturulmasında yeterince yer alamadılar. Keşke alsalardı.
Bu durumun oluşmasında, siyaset kurumuyla ters düşmeye varan karşı çıkışlar kadar, siyasetçilerin yurttaş eğilimini iyi kullanmalarının da etkisi var. Üzülerek görüyoruz ki, bu zıtlaşma, mesleği temsil eden kurumların söz haklarının giderek ötelendiği bir süreci getirdi.
Sağlık sistemindeki yapılanmalar için artık bürokratlarla hastane işletmecileri karar veriyor. Doktorun adı bile yok.
Bir bakıma bu gidiş, -bütün donanımıyla- halkın sağlığından sorumlu olan devleti de olası bir çıkmaza yakınlaştırıyor. Böyle bir çıkmaza sürüklenme olasılığını Sağlık Bakanlığı – özel sektör işbirliği ile oluşturulup yürütülecek bir sistem ortadan kaldırabilir mi?
Bu “kamu-özel” ilişkisinde bugün için kararı bakanlık veriyor olsa bile yarın dengeler aynı kalacak mı?
Hele şu 29 sağlık bölgesi yapılanmalarıyla ortaya çıkacak olan görkemli entegre sağlık kampüslerindeki çalışma ortaklığında “bakanlığın adı bile yok” noktasına gelinme riski yok mu?
Unutulmasın, o hastanelerdeki özel sektör, uluslar arası sermayedir!
Daha ötesi ise “yurttaşın adı yok!”